George Bush’un ünlü bir sorusu vardır: “Neden bize karşı bir nefret söz konusu?” Bu sorunun cevabı herkesin malumu. Ancak burada bir ayrıma varmamız gerekir. Entelektüeller olarak adlandırdığımız bir insan sınıfı mevcut. Onların görevi gücü koruyan, dikkatleri bariz olandan uzaklaştıran ve insanların beyinlerini yıkayan yalanlar uydurmak. Aynı kimseler küreselleşme gibi hikâyeler ürettiler, geride kalan ülkelerin modern dünyaya girmekte başarısız olduğunu söylediler. “Bakın bize imreniyorlar.” söyleminin başını çektiler. Bu klişeleşmiş propagandayı bir kenara koyup asıl gün yüzü gibi ortada olan gerçeği konuşmamız gerek.
“Bu bölgelere asıl saldıranlar İsrailli pilotların kullanmakta olduğu ABD jet ve helikopterleridir.”
Esasında bu mesele Wall Street Journal gibi ciddi mecralar tarafından da ele alınıyor. Wall Street Journal 11 Eylül’den birkaç gün sonra İslam dünyasına mensup kişilerin görüşlerini irdelediği bir dizi yazı yayımlamaya başladı. Elbette ki bankacılardan, avukatlardan ve uluslararası şirketlerin başındakilerden oluşan “Zengin Müslümanlar” dedikleri sınıfın görüşleriydi ilgilendikleri.
Bu insanlar Amerikan sisteminin tam göbeğindeydi ve küreselleşmeye kesinlikle karşı değillerdi. Ayrıca Bin Laden’in tehdit ettiği sistemin bir parçası oldukları için de ondan nefret ediyorlardı. Ancak yine de bu insanlar Bin Laden’in söylediklerinin çoğuna katılıyorlardı. Bu Müslüman kesime göre ABD, demokrasiyi, modernleşmeyi ve kalkınmayı engelleyen acımasız ve yozlaşmış rejimleri destekliyordu. Bu kesim hâlen ABD’nin 35 yıldır süren Filistin işgaline verdiği güçlü destek gibi belirli politikalarda izlediği tutuma karşı çıkıyorlar. Bu sert ve acımasız işgal, tamamen ABD’nin askerî ve diplomatik desteğiyle sürdürülüyor. Gazeteler, İsrail helikopterleri ve jetlerinin Filistinlilere saldırması gibi tamamen uydurma manşetler atıyorlar. Hâlbuki bu bölgelere asıl saldıranlar İsrailli pilotların kullanmakta olduğu ABD jet ve helikopterleridir. Gerçek bundan ibaret!
“Batı’nın gözünde Saddam Hüseyin, bu dönemde bile iyi bir dost ve müttefik olarak kaldı.”
İsrail ne helikopter ne de F-16 üretiyor. Bahsettiğimiz Müslüman kesim pekâlâ bunun farkında. Batı’da pek fazla konuşulmasa dahi ABD’nin 1971’de Sadat bir çözüm önerdiğinden beri son 30 senedir diplomatik bir çözümü engellediğini biliyorlar. Ayrıca Amerika ve İngiltere’nin Saddam Hüseyin’i güçlendirmek ve sivilleri yok etmek pahasına Irak’a karşı operasyon düzenlediklerinin farkındalar. Üstelik Batılıların unutmaya meyilli olduğu bir gerçeği de hatırlıyorlar: ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda ve benzerlerinin Saddam Hüseyin’in suçlarına karşı hiçbir itirazı yoktu. Bunu kesin olarak biliyoruz çünkü Saddam, Kürtleri gaz odalarında öldürmek ve kimyasal silah kullanmak gibi akla hayale sığmayacak suçları işlerken dahi onu desteklemeye devam etmişlerdi. Batı’nın gözünde Saddam Hüseyin, bu dönemde bile iyi bir dost ve müttefik olarak kaldı. Hatta en tehlikeli olduğu zamanlarda kitle imha silahları geliştirmesi için ona gereken desteği sağladılar.
“Onlar Batı’da olduğu gibi tek taraflı bir düşünceye maruz kalmadığı için bu temel gerçekleri unutmuyorlar.”
Tony Blair ve Madeleine Albright, Saddam’ı kınayıp ona “kendi halkını gazlayan canavar” dediklerinde, bu Müslüman kesim onlara kesinlikle katılıyor. Fakat Batı’da söylenmeyen bir gerçeği de dile getiriyorlar, “Evet, o suçları sizin desteğinizle işledi!” demekten çekinmiyorlar. Bu önemli bir ayrıntı olsa da Tony Blair ve diğerlerinin asla dillendirmediği bir gerçek. Onlar Batı’da olduğu gibi tek taraflı bir düşünceye maruz kalmadığı için bu temel gerçekleri unutmuyorlar.
Bunlar tam olarak bize karşı neden bir nefretin söz konusu olduğunu gerekçelendiriyor. Üstelik bu yeni bir durum değil. Bunu anlamak isteyenler nereye bakmaları gerektiğini çok iyi biliyor. ABD’nin gizliliği kaldırılmış belgeleri bir örnek olarak karşımızda duruyor. ABD oldukça şeffaf bir toplum; geçmişteki iç tartışmaların belgeleri artık erişime açık. Bu sorular yıllar önce de tartışıldı ve o zaman da aynı yanıtlar verildi.
Eisenhower: “Bize karşı bir nefret söylemi mevcut. Bu nefretin kaynağı hükûmetler değil, halkın ta kendisi.”
1958 pek çok açıdan önemli bir yıldı. Eisenhower yönetimi ABD’ye karşı ayaklanmaların olduğu üç büyük coğrafyayı ele aldı: Endonezya, Kuzey Afrika ve Orta Doğu. Hepsi İslam coğrafyaları olduğu gibi aynı zamanda da de petrol üreticisiydi. Rusların bu ayaklanmalarda bir parmağı olup olmadığı soruldu ama bu fikir saçma bulunarak hemen reddedildi. Rusya’nın bu duruma herhangi bir dahli yoktu. Bahsi geçen asıl kriz, bu üç bölgede yükselen bağımsız milliyetçilikti. Ardından Eisenhower Orta Doğu’ya ilişkin olarak şu kelimeleri kullandı: “Bize karşı bir nefret söylemi mevcut. Bu nefretin kaynağı hükûmetler değil, halkın ta kendisi.”
“Halk, kaynaklarını yağmaladığımızı ve demokrasi ile kalkınmayı engellediğimizi gördüğü için bize karşı bir nefret söylemi güdüyordu.”
Büyük resim tam olarak bundan ibaret. Küreselleşme ya da McDonald’s’ın dünyaya yayılması gibi sebepler yatmıyordu bu nefretin altında. Peki bize karşı neden bir nefret kampanyası vardı? En üst düzeyde analiz ve planlama yapan organ olan Ulusal Güvenlik Konseyi tam da bu soruyu masaya yatırdı. Konsey, bölge halkının ABD’nin demokratikleşmeyi ve kalkınmayı engelleyen yozlaşmış ve baskıcı rejimlere destek verdiğini düşündüğünü belirtti. Bu desteğin de ABD’nin Yakın Doğu petrolünü kontrol etme isteğinden kaynaklandığını vurguladılar.
Konsey, bu algıyı değiştirmekte zorlanacaklarını çünkü bu algının hiç de yanlış olmadığını itiraf etti. Hatta onlara göre zaten bu algının doğru olması gerekirdi çünkü Yakın Doğu petrolü üzerindeki kontrolümüzü sürdürmek için bu rejimleri desteklememiz elzemdi. Dolayısıyla halk, kaynaklarını yağmaladığımızı ve demokrasi ile kalkınmayı engellediğimizi gördüğü için bize karşı bir nefret söylemi güdüyordu.
“Nefreti körükleyen şey ne dünya çapına yayılan McDonald’s, ne bizim ‘ihtişamımıza’ duyulan kıskançlık ne de küreselleşme.”
Bize olan nefretlerini değiştiremeyiz çünkü bir ulus olarak pozisyonumuzu muhafaza edebilmek için yapmak zorunda olduğumuz şey tam olarak diğer ülkelerin kaynaklarını yağmalamak ve kalkınmayı engellemek. Bu nefreti körükleyen şey ne dünya çapına yayılan McDonald’s, ne bizim “ihtişamımıza” duyulan kıskançlık ne de küreselleşme. Ortada bu nefrete kaynaklık eden açık ve net sebepler var. Hindistan halkının İngiltere’ye ya da Doğu Hint Adaları halkının Hollanda’ya karşı duyduğu öfke neyse, buradaki durum da aynı. İnsanları baskı altına alırsanız elbette bundan hoşlanmayacaklardır. Bu yüzden size karşı bir öfke oluşur.
Aslında Eisenhower idaresinin 1958’de kendi aralarında tartıştığı mesele, Wall Street Journal’ın 2001’de yayımladığı bulgularla hemen hemen aynıydı çünkü o günden bu yana politikalar pek de değişmedi. Wall Street Journal’ın sadece elitlerin ne düşündüğüne odaklandığını görebiliyoruz. Şayet WSJ Kahire’nin gecekondu bölgelerine inseydi, aynı türden ama çok daha sert ve belki de farklı görüşlerle karşılaşacaktı. Kahire’nin gecekondu bölgelerinde olduğu gibi, bölge halkları, kendi zenginliklerinin Batı’ya gitmesinden hoşlanmıyor.
“Bazı soruların cevapları belirsiz olabilir ama Batı’ya karşı neden bir nefretin söz konusu olduğu bunlardan biri değil. Bu sorunun cevabı oldukça açık.”
Wall Street Journal’ın konuştuğu elit kesim ise bu durumdan memnun zira onlar yönetici sınıfın bir parçası; kaynaklar Batı’ya akarken kendileri zenginleşiyorlar. Yani bu imparatorluk düzeninin bir parçası hâlindeler. Sokaklara inip insanlara konuşmaya zahmet ettiğiniz zaman farklı görüşlerin de olduğunu görürsünüz fakat temelde tüm görüşlerin dayanağı aynıdır. Bu yüzden Bin Laden’in mesajı toplum içerisinde kesinlikle bir yankı buluyor ve pek çok insan söylediklerinin çoğuna katılıyor.
Örneğin Mısırlıların yaklaşık %80’i için en önemli mesele Filistinlilerin günbegün uğradıkları zulüm. Bu yüzden Bin Laden buna karşı çıktığında onu sevseler de sevmeseler de söylediklerine katılıyorlar. Diğer yandan Batı istihbaratı tarafından kendi amaçları doğrultusunda kurulmuş, eğitilmiş ve bir araya getirilmiş radikal İslamcı bir grup var. Bu grup 20 yıldır söyledikleri şeyleri yapmaya devam ediyor.
Bazı soruların cevapları belirsiz olabilir ama Batı’ya karşı neden bir nefretin söz konusu olduğu bunlardan biri değil. Bu sorunun cevabı oldukça açık.