Metnin amacı nedir? Üzerine kurulduğu anlam evrenine sadık kalmak mı? Okuyucusuna yazarın amacını iletmek mi yoksa, -varsa- kendinden menkul anlamı açığa çıkarmak mı? Sözgelimi yazıyorum, anlamı açık ediyorum, seriyorum. Hepsi ne kadar bana ait veya ne kadarı sizin? Yazar, kendi varlığını metne damıtıyorsa siz bu metni okurken ölüyor demektir. Yani tam şu an beni öldürüyorsunuz.
Esasen bu metinde kastımı belirtmenin, iletmek istediğim anlamı mutlaklaştırdığım sonucuna çıkabileceğine dair kaygılarım var. Bu nedenle beni öldürmeniz -bunu beni muğlaklaştırarak yapmanız- metindeki etik-estetik problematiğinin anlaşılması yönünde üstanlatıya benzer bir örneklik durumu teşkil ediyor. Yazarın ölümü olgusu da yine metindeki anlam kıyımı ve kurban etme ritüelinin anlaşılmasına hizmet ediyor.
Bu metni ve metin aracılığıyla kanaatlerimi, sunduğum bir ürün olarak kabul edersek burada etik ve estetik arasındaki kavganın ortasından konuşuyor olacağım. Etikte “iyi”nin ve estetikte ise “güzel”in birlikte ele alınması ve bu ilişkinin pragmatik olarak kurulması; ahlakın, kendisini felsefede -özellikle modern felsefede- yönlendirici gücünü estetik eliyle sağladığı fikri, yeni tartışma alanları sunuyor.
Nitekim çağdaş sanat söz konusu olduğunda çirkinin estetiğine de tanık oluyoruz. Fakat bu yazıda “çirkin” olarak kabul edilenin de estetik bir nesne olarak kullanılması söz konusu olduğundan ve sanatçının estetik nesnelerini kendisi seçip geri kalanı yine dışarıda bıraktığından; iradenin gerekli kıldığı “seçme”nin kurban etmeyi beraberinde getirdiğini görebiliriz.
Bu nedenle yazımda kullandığım “estetik güzel” ifadesi, kelimenin ilk anlamıyla güzelliği değil, sanatçının estetik nesne olarak seçip eserinde yer verdiği herhangi bir formu ifade ediyor. Nitekim günümüzde herhangi bir etik değerden sanat yoluyla bahsedecek olduğumuzda bunu bildiğimiz anlamda güzel olan ile sunulmak zorunda olmadığını; dahası, yadırgatıcı, şok edici form ve imgeler kullanıldığında verilmek istenen mesajı daha iyi yansıttığını da görüyoruz.
Ranciere’nin, Estetiğin Huzursuzluğu’nda dediği gibi: “Estetik, sanat eserlerini ya da bizim ona yönelik takdirimizi, başka amaçlar için tasarlanmış bir düşünce makinasına -felsefî mutlak, şiir dini ya da toplumsal özgürleşme rüyası- tabi kılmak suretiyle eserle saf biçimde karşılaşmamıza engel olan, sapkın bir söylem haline geldi.”
Bazı Sorular ve Sorunsallar
Peki, günümüzde sanatın üstlendiği bu vazifeyi yerli yerine koymanın, Platonculuk ile anti-Platonculuğun bu uğurda bir araya gelmesinin imkanı var mı? Günümüz sanatında, kimlik politikaları, iklim sorunları, toplumsal çıkmazlar söz konusu edilip yegane amaç olarak sunulduklarında estetik deneyimin koşullarını kim belirleyecek? Veya zaten eserle koşulsuz bir bağ kurmak artık mümkün değil mi?
Etiğin ve estetiğin doğaları gereği “olması gereken”e odaklanırken, dışarıda bıraktıklarını ne yapacağız? Estetiğin, etik kaygıları olduğunda bir mutlaklık ortaya çıkmıyor mu? Etikte “iyi” ve estetikte, “estetik nesne”; kötüyü ve estetik olmayanı dışarıda bıraktıklarında, bu durum basit sayılamayacak bir “kurban etme” ritüeli olarak görünmüyor mu?
Etik ve estetik ilişkisi, ereksel bağlam dışında düşünülemeyecek mi? Diğer bir söyleyişle bu ilişki başka bir kriz noktasından kurulabilir mi? Bu ikisinin yöneldiği yüce idealler dışında, örtük kıldıkları veya kurban ettikleri noktadan bağlantı kurulursa bize sanat piyasasının içindeki ilişkisellikler hakkında ne söyler?
Estetik Nasıl Kurban Eder?
Estetiğin; doğası gereği açık edici değil; dolaylayıcı, gizleyici ve giz-leyici olduğunu düşünmüşümdür. En nihayetinde her yazım faaliyetinin de bir kurban etme ritüeli olması gibi; “Omnis determinatio est negatio”. Kurban edilecek anlamları; kimi zaman apaçık ederek -ta ki görünmez olana kadar- kimi zaman imasından, göndergeselliğinden kaçınarak örtük kılarız. Her estetik faaliyet de kurban etme işlevinin güzelcesidir bu durumda. Etikle ne kadar bağdaşır duruyor değil mi?
Belirli bir anlamı var kılmanın yolu, karşıt diğer anlamları yok etmeyi gerekli kılıyorsa; güzel kılmanın kendisi, güzel kılınmayacakların üstünü örtmekten geçiyorsa; etiğin praxis’teki karşılığı da seçilen eylemlerin dışında kalanlara göz yummaktan geçiyor. Eyleme faaliyetinin kriz noktası, hangi eylemde bulunacağımı seçmek ve böylelikle yapmayı seçmediğim eylemi dışarıda bırakmakta ortaya çıkıyor. Ne eyleyeceğimi, kendimce doğru olanı eylemeyi seçiyorum; yaşam boyu. Öyleyse etik-estetik ilişkisini, “güzel” ve “iyi”nin mutlaklaştırırken dışarıda bıraktıklarını açık etmek ve etiğin estetikte görünür olduğu yeri tekrar düşünmek gerekecek.
Etik Nasıl Kurban Eder?
Etik söz konusu olduğunda, teori ve pratik arasındaki cebelleşmeyi bahis konusu etmeden; etiğin praxis’te görünür kılındığı halini temel alarak düşünelim. Etik olarak “iyi”; eylemler arasından birini, doğru olduğu düşünüleni seçme aşamasında ortaya çıkar. Bu dolayımda denilebilir ki eylemselliğin içerisinde buluruz bu altın külçesini. Burada, “sanat yapmayın; sanat olun” demeye çalışmıyorum. Fakat elbette ki eylemsellikten kastettiğim şey bundan çok uzak bir yerde değil. Daha yıkıcı bir yerden konuşursak: estetiği ve etiği nereden birleştirdiysek oradan ayırmak; ayırıp yeniden birleştirmek.
Etik ve estetik arasındaki ilişki ancak sürekli bir ayırıp yeniden birleştirme faaliyetiyle birlikte düşünülebilir. Böylelikle ahlakın kamusallaştırılmasının estetik eliyle yapılmasının altını oyuyor; etik ve estetiği ereksel bir düzlemde bir araya getirmek yerine bu düzlemi “kurban etme” faaliyeti bağlamında yeniden kuruyorum. Ayırdığım: etik değerlerin estetikle topluma empoze edildiği yer. Birleştirdiğim: hem etiğin hem estetiğin kurban etme faaliyetlerini temel almak.
Böylelikle, estetik faaliyette ortaya serilmek istenen anlamı mutlak kılmamış oluyor, etik amaçları yüce hakikatler olarak sunmuyor, dolayısıyla örtüklüklerin altında bir yerlerde bizim kurban ettiklerimizin, -daha maskeli bir tabirle- es geçtiklerimizin ya da geçmek istediklerimizin varlığını aklımızın bir köşesinde tutmuş oluyoruz. Tabii ki faşizmin öncelikle iki insan arasındaki sömürüde göründüğünü ve büyük ideallere koşarken görünmez kıldığımız insanlara karşı olan tavrın faşistliğini hatırlatan Bachmann’ı selamlayarak.
Söz gelimi toplumda belirli bir sınıfı görünür kılma amacıyla yapılan bir estetik faaliyeti ve estetik “gösteri”yi, ereksel bağlamından bölüyorum ve onu, bu estetik faaliyeti yaparken kaçınılmaz olarak düşülecek bir tuzak olan “marjinalize ediş”leri ortaya sererek bu örtme faaliyeti üzerinden tekrar birleştiriyorum.
Ortaya bambaşka bir sahne çıkıyor: biteviye bir ikirciklilik hali. Estetik ve etik bu ikircikli eylemsellikte görünür kılınıyor! Çıkarsız estetik yargı yanılsaması ile çıkarsız yüce idealler yanılsamasının çarpışmasından da güzel bir performans sanatı olurdu diyecektim; ama zaten her yanımızda performe edilip duruyor.
Şimdi bu doğurgan veya yıkıcı, dişil veya eril nasıl tasvir edileceğini öngöremediğim üslubum neleri yıkıp tekrar birleştiriyor siz karar verebilir, yapısökümün kökünü kurutabilir veya metni psikanalitik eleştiriye tabi tutarak bana bi’ kısa mesaj gönderebilirsiniz. Ama böylesi bir tavır sizin de kişisel zaaflarınızı ve gocunduğunuz yaraları açığa çıkarabilir. Yani diyeceğim o ki en iyisi siz yazarı öldürün, ben de alımlama estetiğinden dem vurmaya devam edeyim.
Tanrı bile metaforlarla dilin dizginlenemeyecek gizilgücünü açığa çıkarırken; bu babil kulesinde hepimizin farklı şeyler söyleyip durduğu şu “tutum” dediğimiz portalde kim bilir kaç kişiye karşı bu suçu işleyecek; örtük tüm anlamların hepinizde farklı yerlere dokunacağı günü bekleyerek kaç yazarı öldüreceğiz. “Yazarak var olma” yanılsamasını, “estetiğin etiğe kapı aralaması” yanılsaması aldıysa demek oluyor ki biz de anlam kıyımlarının çatısı altında, etik ve estetiğin göbeğinde verilen kavgada yaşayacağız.
“aslında metnin gereksizliğidir gerekli olan”