Amerikalılar geçtiğimiz hafta ilginç bir davaya şahitlik etti. Chloe Cole adlı genç cinsiyet değişikliği nedeniyle on sekiz yaşından önce uygulanan çeşitli hormon tedavileri ve terapiler konusunda sorumlulara dava açtı. Bu haberle birlikte bedenin, gündemdeki ve politikadaki etkisine yeniden şahit olduk. Peki “de-trans” ve “detransition” kavramları ne ifade ediyor ve bu hareket bize ne düşündürdü?
Cinsiyet deneyimi daha çok “bireysel bir keşfediş” olarak yorumlansa da onun aslında önemli bir politik kavram olduğu, sosyalbilimsel araştırmalarla gündeme gelmeye başladı. Gözümüzden kaçan cinsiyetin toplumsal yönünün nüveleri, alışılmadık olaylarla kendini bize gösteriyor.
Günlük dilde sıkça kullandığımız, “Kadın olsaydım…” ya da “Erkek olsam var ya…” söylemlerinin tecrübesinin nasıl bir şey olduğunu, biyolojik cinsiyetinin zıddını yeni kimliği olarak belirmesi nedeniyle trans bireyler gözünden öğrenemiyoruz. Ancak özellikle Amerika’da son dönemde örneklik teşkil eden davalara konu olan detrans kavramı, yaygın bir düşünsel fantezi olarak cinsiyetler arasında sıçrama deneyimini dile getiriyor.
Detransitioner bireyler, çocukluklarında cinsiyet disforisi yaşadıklarına kanaat getirilerek on sekiz yaşından evvel aldıkları psikolojik ve fizyolojik destekle transseksüel olmuş ancak sonrasında bir geri dönüş hareketiyle biyolojik cinsiyetlerine dönmeyi isteyen bireylerdir.
Detransitioner bireyler, birbirlerine destek olmak amacıyla da çeşitli gruplar kurup biyolojik cinsiyetleriyle cinsiyetlendikleri zamanki deneyimlerini konuşmaktadırlar. Bireyler bir araya gelerek eski hallerine geri dönebilecekleri konusunda birbirlerine destek vermeyi hedefleyerek 12 Mart gününü Detrans Farkındalık Günü ilan etmişlerdir. Amerika’daki cinsiyet temelli krizlerde her yeni özgürlük alanı, karşıtını doğurarak çoğalmaya devam ediyor.
Dünyanın öbür ucunda yaşanan ve bedene yönelen bu sorulardan gördüğümüz üzere, elimizin altında olan bu DNA yığını hala keşfedilmeyi bekliyor. Bedene yönelik alışılmadık bir tecrübe olan bu geri dönüş hareketi, hem cinsiyetin politik olan yönüne dair yepyeni bireysel deneyimler duymamızı sağlayacak hem de “Bireyin çocukluk aşamasında yaşadığı krizlere toplumsal müdahalelerimiz ne düzeyde olmalı?” gibi etik sorulara bizi savuracak…